14 Aralık 2010 Salı

Weltschmerz


Fiona ve Marianna’yla dopdolu süper bir haftadan bahsedecektim size hesapta.. 10 yıl önce olduğu gibi her an birlikte olduğumuz, misler gibi roze şaraplar içip liseliler gibi gitar çalıp şarkı söylediğimiz (is it still lame if you do it with old friends?! Sorarım size!), tek kişilik yatakta sıkışa tepişe yarım popoluk yer kapıp muhabbet halinde uyuyakaldığımız, sapıkça fal baktığımız, hatta sonradan yorumlamak üzere falların resimlerini çekecek kadar işi ileri taşıdığımız (kim bu sarışın?!) olağanüstü bir hafta geçirdim İstanbul’da. Tadı damağımda kaldı... O kadar özlemişim ki... İnsanın kardeşi olmayınca kızkardeşler ediniyor kendine, 13-14 yaşlarındayken özellikle.. Bazıları (euphoric de bilir) aynı şekilde hissetmiyor, hissetmediği ortaya çıkıyor zamanla.. Bazılarının da, Fiona ve Marianna gibilerin, kilometrelerce uzakta da olsalar kalpleri eşzamanlı atıyor. 

Sabahın köründe uyanalım dedik, bir çekyatta ben diğerinde Fiona... Bir birimizin alarmı çalıyor, diğerine çaktırmadan kapatıyor, bir diğerimizin. Sonunda 11’de kalkıp ancak toparlanıp çıkabildiğimizde sırtımızda back-packçiler gibi sırt çantaları, elimizde kilolarca bilgisayar ve bir sürü ağır ıvır zıvırı olmasına rağmen Mudo’nun önünden geçerken dayanamadık. Girdik içeri... 5 dakika sonra Fiona elinde mint yeşil, deniz kabuğu kabartmalı bir kupayla geldi, "bunu sana alacağım" diye, ciğerimi biliyor... : ) Benim zaafım var kupalara. Ve deniz kabuklarına... Ve mint yeşiline... Ben ona bir tane aldım o bana bir tane aldı sonunda(Ee ne anladık biz  bu işten? : ) ) ... Telefonla konuşurken karşılıklı kahve içebilmek için... Akşam Marianna’ya gösterdik kıskandı tabii!! : ) Geçen hafta oldu bunlar.. Üstünden bir yıl geçti ama sanki.. 

Biraz önce Fiona aradı, “Şişli Mudo’dayım, yeşil kupadan alıyorum bizim kıza! Akşam da onlardayım.” dedi. İçim gitti... Öyle özledim! Kulağımla omzumun arasında telefon, elimde Cillit Bang, himself’in dolabının içinde patlayan su borusunun tamiri için gelen tesisatçıya kapıyı açmaya gidiyordum o sırada... Dolabın zemininde yıllardır yığılı duran bin tane kıyafetini yine yıllardır söylememe rağmen bir türlü toparlamayan himself borunun sızdırdığını ben farkedene kadar en az bir hafta farketmemiş. O kıyafetler küflenmiş, yarısı atıldı, yarısı ellerimden öpmekte... Bir haftada ürer mi bilmem, ama o kıyafetler kaldırılınca altından bir sürü bir sürü iğenç ne olduğunu bilemediğim böcekler çıktı. Himself güya oraları temizlerken eldivenli elleriyle evin nerelerine değdi diye aklımdan liste yapıyorum. Birazdan o duşa girince ben ACE’yle kontratağa geçeceğim. Ben titiz değilim. Himself pis! İnsanın zaman zaman erkek arkadaşına bakıp içinden ellerini yıkamak gelmesi normal mi? Ya da bu dürtüye her zaman karşı koyamıyor oluşu? Bütün erkekler mi pis? Aşırı Detan ve lavantalı klorak kullanımından akciğer loblarım sönmek üzere!

Lise çok güzelmiş... Anneler ve eve temizliğe gelen teyzelerin denetiminde hijyenik mekanlarda, mis gibi anne yumuşatıcısı kokulu obligatory mavi-beyaz çizgili Sümerbank çarşafları üstünde, daimi bir pijama partisi içinde üç kız hatırlıyorum. Hem de net hatırlıyorum, geçtiğimiz hafta yeniden birliktelerdi çünkü. 

Hayatımın nasıl olabileceğini –bir zamanlar nasıl olduğunu- ve an itibarıyla nasıl olduğunu düşündüm, kıyasladım. “Şimdi İstanbul’da olmak vardı anasını satayım!”

Benden Marianna ve Fiona'ya o zaman: